Uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya başladığım için çok mutluyum. Mayıs’tan bu yana çok fazla gerekli gereksiz meşguliyetler vaktimi çaldı. Bununla birlikte geri kalan vaktimi yine elbette bol bol okuyarak, dinleyerek ve araştırarak geçirdim diyebilirim. Bu uzun boşlukta elbette kritiğini yapmadığım çok fazla iyi albüm çıktı. Bunların arasında hayatımda en çok değer verdiğim gruplardan Kayo Dot’ın albümü, sene başından beri merakla beklediğim Blut Aus Nord spliti ve daha birçok albüm mevcut. Onları elbette atlamayacağım ve yakın zamanda hepsini tek bir yazı altında toparlayıp, duymayanlara duyurmaya, hakkında düşündüklerimi, bana hissettirdiklerini aktarmaya çalışacağım. Ancak bugün okuyacağınız yazıyı çok uzun zaman öncesinden beri yazmayı planlıyordum. İzlanda Black Metalinin son 3-4 yılda durdurulamaz yükselişi, geçtiğimiz her gün yeni grupların kurulması ve çıkarttıkları şarkıların hemen hepsinin oldukça kaliteli işler olması, birkaç seneden beri İzlanda’dan çıkmış birkaç albümün benim senelik listelerimde zirveyi zorlamaları gibi sebepler beni bu yazıyı yazmaya itti.
Bu yazıda pek kronolojik sırada olmasa da, İzlanda’dan çıkan önemli Black metal gruplarını tanıyacağız. Tarzları, yaklaşımları ve farklılıkları üzerine yoğunlaşacağız. Ayrıca bütün bunlardan daha önemli olan, 2010’lara kadar Black Metal adına doğru düzgün adı bile anılmayan bu ülkenin, 4-5 sene gibi kısa sürede nasıl bunca ilerlemeyi başardıklarına, başarının faktörlerine göz atacağız. Böylece belki kendi ülkemiz metaliyle bir karşılaştırma yapabilir ve niçin istediğimiz noktada olamadığımız hakkında birkaç yeni fikir edinebiliriz. Uzun, bilgilendirici ve bilmeyenler için ufuk açıcı bir yazı olacağını umut ediyorum. Umarım hedefime ulaşırım.
Sólstafir
Başlığı gördüğünüz gibi “Sólstafir Black Metal değil ki” demiş olabilirsiniz. Ancak Sólstafir üçüncü uzunçaları “Köld”e kadar Black Metal elementlerini oldukça kullanmış bir grup. Özellikle ilk demoları ve “Í blóði og anda” albümü tamamen Black metal desek yeridir. Ayrıca mevzu İzlanda’dan açılınca Solstafir’den bahsetmemek olmaz. 1995’de kurulan grup 96’da ilk EP’sini çıkarıyor. 97’de ise dönemin metal gruplarıyla “Fire & Ice – An Icelandic Metal Compilation” splitini çıkarıyor. İsminden de dikkatinizi çekerse, 1997’de bile doğrudan kendilerine has bir müziğin vurgusunu yapıyorlar. Her ne kadar yazının devamında yazacağım hiçbir grupla alakaları olmasa da, Solstafir kariyeri boyunca “İzlanda Müziği” vurgusunun altını çizmiş ve zamanında Black Metal saflarında yer almış, önemli bir grup.
Wormlust
Asıl her şeyin başladığı grup bu. Tabii bunu ben demiyorum, İzlanda’daki hemen hemen bütün black metal gruplarının üyelerinin kabul ettiği bir gerçek bu. Wormlust 2006’da ilk demosunu çıkarıyor ve bunun ardından olaylar gelişmeye başlıyor. Birkaç Demo ve Split albümünden sonra ilk defa 2013’de “The Feral Wisdom”ı yayınlıyor. Her ne kadar uluslararası bir üne sahip olmasa da İzlanda’da Black Metal sahnesinin ilk adımını atmış oluyor. Grubun lideri Hafsteinn Viðar, kendinden sonra hemen bütün grupların peşinden gideceği birkaç hareketin başını çekiyor diyebilirim. Bunlardan birincisi asla tam ismini kullanmıyor ve fotoğraflarda yüzünü göstermiyor. Grup fotoğrafı ve albüm kapağında kullandığı simgeler ve atmosfer kendinden sonraki bütün gruplar tarafından doğrudan kabulleniliyor. Bütün bunların dışında yaptığı müzik de yine belki de bütün İzlanda Black Metal’inin kullanmaktan çok hoşlandığı birçok kısmı kapsıyor. Her ne kadar hemen hemen bütün grupların kendilerine ait karakterleri şaşırtıcı biçimde çok keskin ayrılıyor olsa da, faydalandıkları kaynağın tek olması sebebiyle, öyle ya da böyle minör benzerlikler içeriyor.
Wormlust müziğini tanımlayacak olursak, yüksek atmosferin ardında black metal riffleri, yer yer tempo düşüşleri ve oldukça başarılı melodi seçimi diyebiliriz. Bununla birlikte hemen her yerde ‘trip sırasında dinlenilecek müzik’ başlığı altında Wormlust’u görmek mümkün. Şarkılarının bu tarz bir etkisi var. İşte diğer gruplar bu formülün önceliklerini, vurgularını değiştirerek kendi müziklerini şekillendiriyorlar. Ancak tabii ki yalnızca Wormlust üzerinden ilerlemiyorlar.
Svartidauði
“The Flash Catedral” albümüyle uluslararası üne sahip olan ve İzlanda’dan bütün Black metal dünyasına “Biz de buradayız” diyen Svartidauði, İzlanda Black Metal sahnesinin oluşumunda en az Wormlust kadar önemli olan bir grup. Sözünü ettiğim albümü bütün BM severlere gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum. Şöyle uzun zamandır doğru düzgün karanlık bir melodi dinlememiştim, BM her zaman bodosluk değildir, bazen en dingin anlarda gelen gerilim dolu melodiler, birçok hayvani blast beat’in, taramalı gitar rifflerinin, gırtlak söken haykırışların hepsine bedeldir diyenler; bu albümde aradığınızı rahatlıkla bulabilirsiniz. Diğer yandan bodosluk işinin de yeterince hakkını veren bir albümdür kendisi.
Svartidauði işte benim gibi birçok metal severin kalbini çalan bu albümle İzlanda sınırlarının dışına çıktı ve grubun gitaristi ve şarkı yazarı Andri B bu başarıyı şöyle izah etti; “Black Metal ideolojisinin en önemli noktası şudur; Ne istiyorsam onu yaparım! Eğer beğenmiyorsan s*ktir! Yine de yapacağım.” Her ne kadar yüzlerce argümanla çürütülebileceğimiz düşündüğümüz bir sav olsa da, şu zamana kadar bu düşünce yapısını farklı söyleniş biçimleriyle birçok farklı sanat dalına mensup sanatçıdan duymuşuzdur. Belki de cidden en önemli nokta burasıdır ve “Bir şeyleri hissettirmeye çalışan”, “Bir şeye benzemeye çalışan” binlerce grup tam olarak bu sebepten ötürü bekledikleri başarıya ulaşamıyorlardır, kim bilir? Svartidauði içinden ne geliyorsa onu yaptı. 2002’de kurulduklarından bu yana tam 14 senede bir uzunçalar iki de EP kaydettiler. Niçin bunca az diyorsanız, onun da cevabı yazının devamında mevcut.
Sinmara
Diğer bir önemli oluşum da 2013’de kurulan, 2014’de “Aphotic Womb” albümüyle birçok siteden övgü toplayan grup Sinmara. İmajları yine diğer İzlanda Black Metal oluşumu gibi karanlık, genellikle yüzleri gizli ve grafikleri bol bol black metal simgeleri içeriyor. Müzikal olarak da belki de İzlanda Black Metal’i denildiğinde akla gelenin oldukça uzağında yer alıyorlar. Watain’in ilk dönemlerindeki şarkı iskeletine, gitar tonuna çok benzer bir yapıları var. Ayrıca vokaller de yine çok fazla Watain kokuyor. Buna rağmen kendini dinleten ve elbette eski Watain’i özleyenler için çok iyi alternatif niteliğinde bir albüm. İlerleyen zamanlarda daha karakteristik bir iş yaparlar mı bilinmez ama şu halleriyle bile Nightbringer’la turlamış olmaları yeter.
Misþyrming
İzlanda Black Metal’ine merak sarmamı sağlayan, geçen sene dinlediğim en iyi iki Black Metal albümünden birine imzasını atmış olan, eğer bu şekilde ilerlerse ileride çok iyi yerlerde görebileceğimiz bir grup Misþyrming. Kanımca şu zamana kadar yazdığım en iyi kritik yazısını da tek albümleri olan “Söngvar elds og óreiðu” albümüne yazmıştım. Misþyrming bana kalırsa İzlanda’dan black metal adına çıkmış en iyi albümü yaptı. Bunun bir kanıtı olarak grubun çıkardığı plakların anında tükenmesi, ikinci basımın daha basılmadan bitmesi ve yine üçüncü basımın da çıktığı gün bitmesini gösterebiliriz. Discogs’ta 60 ila 120 Euro arasında fiyatlarla satılıyor şuan plakları. Misþyrming şuan İzlanda Black Metalinin lideri konumunda bir grup, Avrupa’da bol bol festivallerde boy gösterdi ve gittiği her yerde İzlanda’nın izini bırakıp geri döndü. Ancak takvimi bunca festival, konserle dolu olan grup hız kesmeden Naðra’yı kurdu ve bir albüm de böyle kaydetmiş oldu. Hemen hemen aynı grup elemanlarının kurduğu, yalnızca vokalin değiştiği bu grubun müziğinin Misþyrming ile hiç alakası olmaması yine şaşırtıcı bir gerçek. Adamlar içlerindeki ilhamı bir türlü durduramıyorlar. “Söngvar elds og óreiðu” bir black metal albümünde olması gereken her şeyi fazlasıyla içeren bir albüm. Atonallik, bodosluk, aşırı iyi melodi yazımı, mükemmel davullar ve daha fazlası. 43 dakikanın tamamı doğru hareketler bütünü desem yeridir.
Grubun lideri Dagur G. Şöyle diyor; “Black metal yüksek standartlara sahip bir müziktir. Yalnızca şarkılar değil, konsept, imaj, grup elemanlarının kostümleri, hepsi birbiriyle bağlıdır. Bunu Death metal’de göremezsiniz. Daha fazla atmosfere, daha fazla teatralliğe ihtiyaç var. Death metal grupları normal kıyafetlerle konser veriyorlar. Biz bundan daha fazlasını hedefledik.” Death metal kısmı tartışılabilir olsa da, sözlerinin geri kalanı hem olanı hem de olması gerekeni oldukça iyi vurguluyor. Black metal biraz gösterişi seven bir tür, ki böyle olması da çok fazla şey katıyor türe. Yüksek standart konusu ise tamamen doğru, eğer bir şey yapılıyorsa ya en iyi şekilde icra edilmeli ya da o işe hiç girilmemeli. İzlanda’nın en başarılı olduğu nokta burası bence. Black Metal gruplarının fotoğraflarının her biri duvara asılacak derecede güzel, arka planlar, kostümler, kullanılan aksesuarlar tamamen dozajında. Ne çok aşırı ne de çok boş. Sanırım biz bu konuda ülkece biraz gerideyiz. Diğer yandan kutu kadar yerlerde konser verirken bile sahne kostümleri, koyun ya da keçi kanlarıyla yıkanmış yüzleriyle sahneye çıkmaktan geri kalmıyorlar.
Tabi bir de olumsuz yorumlar var. O da öncelikli olarak Misþyrming üzerinden hemen hemen bütün İzlanda Black Metal gruplarına yönelik bir yorum. Hepsinin Fransız Black Metalinden çalıntı olduğunu hatta spesifik olarak Deathspell Omega’dan çalıntı olduğu yönünde.
Carpe Noctem
Bu konu hakkında da bir şeyler yazacaktım, yeri gelmişken onu da aradan çıkarayım. 4 senedir hiçbir şey yayınlamayan DsO elbette dağıldı dedikodularının hedefi oluyor. Benim gibi hemen her saniyesinin kulu köpeği olan hayranlar da doğal olarak gözlerini başka gruplara dikmiş durumda. DsO’nun açtığı boşluğu doldurmaya çalışıyoruz, bu bir gerçek. Ancak bu durum “her disonans notayı duyunca DsO’ya benzetme” seviyesine kadar sıçramış durumda.
da belirttiğim üzere DsO’ya benzemeye çalışmak hemen her akıllı müzisyenin koca diskografiden herhangi bir şarkıyı açıp yeniden dinlemesiyle hazin biçimde sonlanabilecek bir hadise. Böyle bir şey ne pratik olarak ne de teorik olarak mümkün değil. Yakında yazmayı planladığım Deathspell Omega konsepti konulu yazıda da bunu göreceksiniz ki, gerek şarkı sözleri olsun gerek müzik olsun, DsO taklit edilemez bir seviyede var olan bir grup. Grup elemanlarından Sturla da bu konu hakkında doğrudan şunu söylüyor; “Hadi ama! Basacağınız tek bir disonans akor var ve tesadüfen Deathspell Omega’ya benziyorsunuz. S*kerler böyle işi! Yine de tabii ki Mükemmel bir grup.” Son olarak bir tavsiye DsO’ya benzer bir grup aramaktan veya benzetmeye çalışmaktan vazgeçin, cidden beyhude bir çaba bu.
Yazı uzadıkça uzuyor ve ben tanıtmayı planladığım birçok grubu, yazının uzunluğu göz korkutmasın diye eliyorum. Ancak Carpe Noctem’i elemem mümkün değil. 2005’de temelleri atılan ancak 2013’de ilk uzunçaları olan “In Terra Profugus” albümünü çıkaran atmosferik black metal grubu Carpe Noctem, yine Misþyrming elemanlarının birçoğundan ve yine başka gruplarda çalmış elemanlardan oluşuyor. Buradan şunu rahatlıkla anlıyoruz ki, İzlanda black metali diye adlandırdığımız türün arkasında en fazla 9-10 adam var ve bunlar farklı kombinasyonlarla bir araya gelip albümler çıkarıyorlar. Bundan dolayı bir grup albüm çıkardıktan sonra bir daha 3-4 sene albüm çıkaramıyor. Hemen hepsinin çok yetenekli insanlar olması da sanırım onların bugünlere gelmesindeki öncelikli sebep. “In Terra Profugus” benim ilham albümlerimin arasında bulunan bir albüm. Aşırı sevdiğim birçok albümü ben ilham listeme sokmuyorum. Söz konusu albümleri dinlerken yeni bir şeyler yazmak, çalmak, bestelemek için içimde şimşekler çakıyor. İşte “In Terra Profugus” da aynı bu etkiyi bırakır bende her ne zaman dinlesem. Daha ilk şarkıyı dinlediğim anı çok net hatırlıyorum. Şarkıdaki melodiler, geçişler, atmosfer ve gidişat o kadar çok fikir doldurmuştu ki bende, kağıt kalem alıp elimden geldiğince formülize etmeye çalışmıştım şarkıyı. Böyle albümler her zaman gelmiyor. Elbette herkeste aynı etkiyi göstermeyebilir bu. Ancak benim için 2013’ün en iyi bir iki albümünden biri oldu kendisi. (Maalesef kendisiyle 2014’ün başlarında tanışmıştım tabi.)
Bence diğer bütün İzlanda oluşumları Carpe Noctem’i taklit etse ve aşırı benzer müzik yapsa bile yine aynı başarıya nail olurlardı. O derece orijinal, o derece kendisinden beslenilebilecek bir albüm “In Terra Profugus”.
Naðra
Bu sene başlarında çıkardığı albümün kritiğini buraya yazmıştım. Yalnız kritik yalnızca hissettiklerimin bir yansıması olarak kaldı. Müzik hakkında, grup hakkında çok az bilgi vermiştim. Pişman değilim elbette, ancak sanırım biraz daha kritiğe benzeseydi daha fazla kişiye ulaşabilirdi bu grup. Bunun da farkındayım. Yukarıda da belirttiğim gibi Misþyrming elemanlarının hemen hepsinin içinde olduğu, yalnızca yeni bir vokalin geldiği bir grup Naðra. “Allir vegir til glötunar” albümü diğer İzlanda gruplarna göre daha fazla melodi, daha az atmosferik öğeler içeriyor. Ancak albümün enerjisi o kadar yüksek ki bir kere başladığı andan itibaren sararsa, bir türlü bırakamıyorsunuz. Oldukça doğal vokal performansı hiç kulağa bozuk gelmiyor. Gitar soloları ise black metal türüne yedirilmiş en iyi sololar olabilir diyebilirim. Gerektiği yerde çıtayı yükseltiyor ve anlatmak istediğini yeterince iyi dışa vuruyor. Ayrıca sene sonuna ortalama üç ay kalmış olmasına rağmen bu hala bu sene dinlediğim en iyi Black metal şarkısı albümün kapanış şarkısı olan “Fallið”. İzlandaca sözlere sahip olmasına rağmen vokal o kadar iyi iş çıkarmış ki söylenilmek isteneni anlayabiliyorsunuz. Naðra bu senenin en kaliteli black metal albümlerinden birine imza attı. Yalnızca keşfedilmeyi bekliyor.
Yazının bu kısmına kadar altı tane gruptan söz ettim. Bu gruplar şuan İzlanda Black Metal’inin liderleri konumunda, bunun dışında elbette bahsetmediğim birçok grup var ve hemen hepsi yeni materyaller yayınlamak üzere. İzlanda’yla ilgili bu süreçte en çok hoşuma giden durumlardan birisi, grupların birbirlerine sürekli arka çıkmaları, başarıyı kıskanma, ötekileştirme, kendi türü dışında diye başka bir grubu dışlamaları gibi bir şey söz konusu olmaması. Farklı türler altında müzikler yapan birçok grubun ellerinden geldiğince tanıtmaya çalıştıklarını, gittikleri konserlerde onlara sahne ayarlamaya uğraştıklarını birkaç İzlanda grubunun Facebook sayfasını beğendiğinizde görebiliyorsunuz. Her ne kadar Youtube’da dinlenme oranları 40bin 50binden 100binlere kadar uzanıyor olsa da, çok da ünlü gruplar değiller. Zaten hemen hepsi bütün röportajlarında popüler olmak gibi bir amaçları olmadığını, istedikleri müziği yapıp, insanlara ulaştırmanın öncelikli amaçları olduğunu belirtiyorlar. Hoş popüler olmak istemekle, black metal albümü yapmak birbirinden oldukça zıt kavramlar. Sanırım black metal türü altındaki en ünlü grup Watain’dir (The Wild Hunt çıktığında İsveç’te Billboard’larda birinci sıraya yükselmişlerdi) Watain yıllardan bu yana festivaller hariç kulüplerden başka konser verebilmiş bir grup değil. Headliner’lığı geçtim, en ünlü olduğu şu zamanlarda bile festivallerde sabahleyin çıkan bir grup. Sonuç olarak kimsenin milyoner olmak gibi bir derdi yok.
Ayrıca yazıda da belirttiğim üzere, en az müzik kadar onun sunuluş biçimine de oldukça önem veriyorlar. Grup fotoğrafları, albüm görselleri, prodüksiyonu dört dörtlük. Biraz öz eleştiri yapacak olursak, bizim en büyük sıkıntımızın bu olduğunu düşünüyorum. Müzikler güzel güzel olmasına ama sunum genelde kötü oluyor. Bu konuda çok yazmama gerek yok, hemen herkesin bunu rahatlıkla görebildiğine inanıyorum.
Sona gelecek olursak, dört sayfa yazı yazdım ve anlatmak istediğimin belki de yarısını anlatabildim. Uzun süredir yazı yazmayınca biraz böyle oluyor sanırım. Ancak daha fazla uzatma niyetinde değilim. Sözünü etmediğim ancak bakmaya değecek gruplar; Hafsteinn, Grafir, 〇, Martröð, NYIÞ, Nornahetta. İzlanda’nın bu son yıllardaki yükselişi özellikle ülkemiz metal gruplarınca daha derinden incelenmeli ve doğru adımları rehber edinmeli. Yazıyla ilgili eleştirinizi bekliyorum, yeniden görüşmek üzere.
Yorumlar
Yorum Gönder